SUCU MÜMİN
Yetişkinlere nostalji, gençlere ise hayal
denilecek bir zaman dilimindeki bir kişiyi ve mesleği anlatmak istiyorum.
1950 yılında Bulgaristan’dan zorunlu göçle
gelen macurlardan biri. Karısı ve yetişkin çocukları ile tarlalarda ırgatlık
yaparak, ahırdan bozma evlerde yaşayarak geçen yıllar.
Muratlı’da ise su şebekesinin olmadığı,
suyun İnanlı Çeşmesinden su fıçıları(varil) ile vatandaşa satıldığı dönemler..
Mahallelerde bazı evlerin bahçelerinde veya yol kenarlarında su kuyuları
bulunur, sulama ve kullanım suyu buralardan SUVAĞAÇ ile kovalarla taşınırdı.
İçme suyu ise az önce bahsettiğim Sucu Mümin gibi sucular tarafından İnanlı
çeşmesinden getirilir ve vatandaşa teneke fiyatı ile satılırdı. Her sucunun
kendi satış bölgesi vardı. Kurtpınar mahallesi(O zamanlar henüz Fatih mahallesi
yoktu.) ve İstiklal mahallesi Sucu Mümin’in satış sahasıydı.
Bazı çocuklar çarşamba günleri, şimdiki
Tokgöz eczanesinin yan tarafındaki alanda bulunan eski cezaevi köşesinde bu
suculardan testisi 25 kuruşa su alıyor ve pazarda susayan vatandaşa veya
pazarcılara bardağı 5 kuruşa satıyordu.
Sucu Mümin yıllarca bu işi yaptı. Diğer bir
adı da “Deli Mümin”di. Dediğim dedik, pek söz dinlemeyen, çizgi filmlerdeki
Gargamel’in öncüsü gibi bir yaşlı adamcağız. Her sokakta satış noktaları
bulunuyordu. Sokağa girerken “Sucuuuu!” diye bağırır ve durak noktalarında
durur, su isteyenlere su satardı. Kazara bir kadıncağız tenekeleri
yetiştiremezse, arkasından seslense bile bir sonraki durağa kadar beklemez
yoluna devam ederdi. Kadınlar Sucu Mümin’in huyunu bildikleri için ancak onun
duyamayacağı şekilde söylenirlerdi. Zira duyduğu zaman sözünü asla esirgemez,
bu nedenle kadınlar kendisinden çok çekinirdi
Muratlı ile İnanlı Çeşmesi arasında o zaman
asfalt olmayan yolda yıllarca suculuk yaptı. (Muratlı’nın mahalle yolları da
taş yollardı.) Zamanın kadınlarının hiçbir zaman unutamayacağı bir kişilikti.
Kadınlar diyorum zira, su gündüz satıldığı için, erkekler de işte olduklarından
su alma işi kadınlara düşerdi. Muratlı’ya su şebekesi geldikten sonra bu meslek
gözden düştü ve hatta tamamen yok oldu. Sucu Mümin, daha sonra sıra dükkanlarda
kahvecilik, oğlunun aldığı koyun sürüsünde çobanlık yaptı. Sonunda da inzivaya
çekildi ve cami cemaati arasına karıştı.
Gargamel tanımlamam ise çocuklarla olan
dalaşmalarından dolayıdır. Bilye veya çelik çomak oynayan çocuklara çok kızar,
aralarında müthiş kovalamacalar olurdu. Çocuklar kendilerini sevmediği için
yaptığını zanneder, oysa oyun oynayan çocuklar tel avula yaslandıkları ve zarar
verdikleri için onlara çıkışırdı. Bir de, yaşlılık dönemlerinde evden camiye
gitmek için yola çıktığında, mutlak surette oyunu bırakıp hazırol durumuna
geçmeliydik.
Camiye giden sokağın köşesini dönene kadar sancak nöbeti tutar
gibi herkes kıpırdamadan durmak zorundaydı. Kıpırdayanı kovalar ve elindeki
bastonu öyle ustalıkla fırlatırdı ki, bastonun çengeli çocuğun bacaklarına
takılır ve yüzüstü lapaklanırdı.
Dışarıda böyle intiba bırakmasına karşın
evde torunlarına gösterdiği sevgi ve şefkat takdire değerdi. Esprili, mizah
gücü yüksek, gönüllerde her türlü yer almayı başarabilmiş, “Sucu Mümin” olarak
hafızalarda yer etmiş, unutulmuş bir mesleğin mensubu. Mekanı cennet olsun,
nurlar içinde yatsın!


Salih Çayır Anları (Eski Sevdalar)
AH O ESKİ SEVDALAR!
Sevda öyle engin bir deniz ki insan neresinden gireceğini bilemiyor. İyisi mi en güzel yerinden girelim. Çocukluk yıllarımızda çok güzel bir kelime vardı; YAVUKLU. Gençler büyük olasılıkla bilemeyecekler fakat 50-60 yaş üzeri olanlar mutlaka duymuşlardır. Etimolojik açıdan öncelikle sözlü/nişanlı anlamında olmasına rağmen halk arasında sevgili anlamında da kullanılışı yaygındır. O yıllar çocukluk yıllarım olduğu için yavuklum olmadı ama bizden bir-iki nesil öncekilerle ilgili çok duyardık, “Ayşe’nin yavuklusunu gördüm.” Ya da “Mehmet’in yavuklusu düğündeydi.” gibi. Mazi yolculuğumda derin izler bırakır bu kelime.
Yavuklu, bizim neslimizde sevgili ve argo deyimle manitaya dönüştü ve orjinalliği, otantik kimliği ortadan kalkıverdi. 60 lar ve 70 ler bahçe/sokak düğünlerinin yapıldığı yıllardı. Yeni sinemada zaman zaman salon düğünleri de yapılırdı. Fakat o zamanlarda, değil kız ve erkek olarak dans etmek, karı kocanın dans etmesi dahi devrimci bir eylemdi sanki. Racona tersti. Bunda dans etmeyi bilmemenin getirdiği sıkıntının da önemi fazlaydı galiba. Genç kızlar birbiriyle dans ederlerdi. Şimdilerde olsa feminist damgası yapıştırılırdı.
Sevda meseleleri genellikle ya pazarda ya da düğünlerde başlardı. Köylülerin pazara gelmesiyle pazar şenlenir ve delikanlılar Muratlılı veya köyden gelen kızların peşine takılarak dikkat çekmeye(iş atmaya) çalışırdı. Düğünlerde ise şimdiki gibi iç halkada sıraların üstünde yaşlı kadınlar, onların arkasında genç kızlar, son halkada da düğünü seyreyleyen gençler yer alırdı. Sevdiği kızı görecek şekilde mevzilenirlerdi.
Bir köşede de mahalle kahvesine gitmekten sıkılan babalar kendi aralarında faslı muhabbet yaparlardı. Düğünlerde 60- 70 dönemlerinde cep aynaları zaman zaman endam arz ederdi. Arkalarında artist veya manzara resmi olan aynalar. Delikanlılar düğünde beğendiği kızın gözüne ayna tutarak dikkatini çekmeye çalışır veya sevdiği kıza yerini belli etmeye çalışırdı. Fırsat yaratılırsa ve kızın annesinin takibinden kurtulursa sevdiği gençle bir iki ev ötede veya sokakta kaçamak buluşmalar eşsiz bir heyecan ve zevk kaynağıydı.
Gönül ilişkilerinin başlangıcı ya aracı bir arkadaş veya mektupla olurdu. Ve o zamanlar sevgili olma, flört veya çıkma teklifi değil “arkadaşlık” teklif edilirdi. İnsanlarımızda öyle naif bir düşünce yapısı veya utangaçlık vardı ki “Sevgilim olurmusun.” sözü yerine “Sana arkadaşlık teklif ediyorum.” yazılırdı. Mektuplar ortak tanıdık vasıtasıyla katlanmış bir zarf içinde ulaştırılırdı. Sonrasında ise sevgiliye mektuplar kibrit kutusuna konarak genç kız kömürlükten odun- kömür almaya! çıktığında bahçeye atılırdı.
Düğünlerde mendiller elle işlenirdi. Sanırım kına gecesi veya gelin alayı için bu mendiller hazırlanırken genç kızlar isminin baş harflerini mendile işleyerek sevdiğine vermeye çalışırdı. Kına gecesi veya alay günü çaktırmadan mendiller menzile ulaştırılırdı. Kına geceleri dedim de aklıma o güzel maniler geldi.
Kara kara kazanlar/Kara yazı yazanlar/Cennet yüzü görmesin/Aramızı bozanlar.
Bisiklete binersin/Bizim evde inersin/Eğer babam görürse/Lastik patladı dersin.
Terzinin masasında/Ütüye bak ütüye/İki kızı seversen/Gidersin gümbürtüye.
Bir de hiç unutmadığım, mahallemize Muzruplu’dan gelen Hüsniye’nin manisi var;
Ey atlılar atlılar/Geliyor Muratlılılar/Kız görmeye gelmişler/Muşmula suratlılar.
Bu maniyi duyan Nefise ablamız “Madem Muratlılılar muşmula suratlı, ne halt etmeye geldin buraya.” diyerek öyle bir haşladı ki, kızcağız mani söylediğine söyleyeceğine pişman oldu.
O zamanlar bu harika manileri yaratan zamanın duygu yüklü genç kızlarına selam olsun!Sevda buluşmaları ise bir strateji hamleleri gibiydi. Mektupla veya aracılar vasıtasıyla binbir zorlukla buluşma yeri ve zamanı ayarlanır ve büyük bir heyecan içinde buluşma saati beklenirdi. Bir aksilik çıkacak ve umutlar suya düşecek diye kalpler küt küt atardı. Buluşulan yerler genelde en uzak mahalle sokaklarıydı. Bizim mahallemizin müdavimleri genelde Muradiye ve İstiklal mahallesinden olurdu.
En uzak mahalle ve sokaklarda insanların az olduğu saatler seçilirdi ki yakalanma veya tanınma tehlikesi olmasın. Mahallemizin ziyaretçileri büyük olasılıkla Nazif Berk’in taş binasının arka sokağında buluşur, şimdiki Mehmet Akif Ersoy ilkokulunun önündeki sokaktan İnanlı istikametine doğru yol alırdı. Seyrek de olsa onları görenler, görmemiş gibi önüne bakarak yanlarından geçer, fakat çaktırmadan da yan gözle tanımaya çalışırlardı.
Bizim mahalle gençlerinin güzergahı ise ya Atatürk okulunun o taraf ya da santralın yanından aşağıya, selektöre giden yoldu. Orada kısa kral ağaçları vardı. Sıcak çarptığında gölgelenmek için iyi bir yerdi.
O ilk buluşmalar yok mu? İnsanın dilini damağını kurutan, aklını kilitleyen buluşmalar. Alışmışız Türk filmlerinde edebi sözlere, öyle konuşmak şartmış gibi edebiyat parçalamaya çalışılırdı. Parçalamaya çalışırken beceriksizlikten biz parçalanırdık sonunda. Tozlu yollarda yürürken o zamanın olmazsa olmazı, elde tespih.
Herhalde dil konuşmuyor bari tespih konuşsun diye. Bu buluşmalarda zaman zaman yancılar olurdu. Kız evden kendi başına çıkamayacağı için arkadaşıyla çıkar ve erkek de cesaret ilacı olarak yanında arkadaşıyla giderdi. Buluştuktan sonra refakatçiler geriden takip eder herhangi bir tehlike söz konusu olduğunda alarm görevini yerine getirirdiler. Buluşma sonrasında ayrılınca refakatçilerle bir araya gelinir ve saatlerce buluşmanın heyecanı paylaşılır ve teknik/taktik değerlendirmeler yapılırdı.
Sonraki zamanlarda çarşı buluşmaları olmaya başladı. Özellikle, Eşrefoğlu’nun şimdiki yerinde arka tarafta (L) şeklinde sota bir yer vardı. Kızlar çarşı alış verişi niyetine çıkarak Eşrefoğlu’na gider o dediğim yerde sevdiğiyle buluşur , karşılıklı limonatalarını içer veya dondurmalarını yerlerdi. Tabii ki yanında mutlaka mahalleden arkadaşı olurdu.
Sevda buluşmalarının en mistik olanı gece buluşmalarıydı. Yine aracılar vasıtasıyla gece buluşma saati ayarlanır ve erkek yanına erkete arkadaşını alarak kızın evine gider. Bir çok durumda buluşma gecesi tesadüf eseri ! mahalle arkadaşı kızın evinde misafir olurdu(İşin sağlama alınması lazım.) Saat gelene kadar içilen sigaranın haddi hesabı yoktur. Saat geldiğinde işaret genelde kuş veya benzeri bir hayvan sesiyle ya da kibrit/çakmakla verilir. İşareti alan genç kız çaktırmadan ya da arkadaşını gözcü bırakarak wc niyetine bahçeye çıkar, sevdiğiyle görüşür. O zamanlar bahçeli evlerde tuvaletin bahçede ve uzakta olması bir avantajdı. Yaz ayı da olsa gece yarısından sonra Trakya’nın ayazında sevenler buluşur ve hasret giderirlerdi. Yakalanan olursa yandı gülüm keten helva…
Evvel zamanda mahalle kızları kardeşimizdi. Bu nedenle mahalle kızına yan gözle dahi bakılamazdı. Birbirine karşı derinden sevgi duysalar da bu adet gereği duygular birbirlerine açılamazdı. O kadar masum ve o kadar yoğun olsa bile bir töre gibi olan bu kurallar yüzünden nice sevdalar sızısıyla beraber kalplere gömüldü.
Sevgili Dostlar, Eski Muratlı’da bir gönül yolculuğu yapmak istedim. Bizim mahallemizin perspektifinden bir film şeridi sundum sizlere. Eksikleri ve unuttuklarım mutlaka çoktur. Onları tamamlayacak ya da farklı gözlerden sunacak dostlar varsa çok memnun olurum. Bilmediğimiz, uzak kaldığımız duygulara ve anılara sizler sayesinde yolculuk yapmış oluruz.
Bu uzun paylaşım nedeniyle sıkılan dostlar varsa kusura bakmasın. İnsan bir filmi yazmaya başlayınca nerede duracağını ve bitireceğini kestiremiyor. AFFOLA!